Tabiatta hemen her şey bir mücadele içindedir. Hayatta kalabilenler bu mücadelede kendi ihtiyacı olan imkan ve şartları sağlayanlardır.
Bitkiler çevre şartları, diğer bitkilerin etkileri ve hayvanların saldırılarından kurtulabildikleri ölçüde hayatta kalıp gelişir. Hayvanlar da benzer şekildedir. Güvenliğini sağlayan, beslenebilen, iklim şartları karşısında ayakta kalabilenler hayatlarına devam etmektedir.
İnsanı bu kalıptan ayrı düşünmek pek mümkün görünmemektedir.
Bu düzen acımasız gibi düşünülebilir. Ama hayır ister düzen deyin ister kaos olarak görün Dünya adildir, acımasız değildir.
Bunlar içerisinde insan tabiatı itibarı ile ciddi değişkenlik gösterir. Hiç ihtiyacı olmadığı halde bitkilere zarar veren, hayvanları öldüren insanlar da görebilirsiniz tam tersi bütün çabasını diğer canlıların hayatta kalıp gelişmesine adayan insanlar da görebilirsiniz.
Bu iki uç yaklaşımın ortası aslında herkesin yararına olabilecek makul düzeydir.
Yeryüzündeki tüm bitkiler, ağaçlar, toprağın kendisini ve madenleri birer kaynak olarak görürsek bu kaynakları sadece kendi ihtiyacı olduğu kadar kullanmak aslında ciddi bir bolluk ve berekete yol açacaktır.
Dünya kendi doğal dengesini her zaman oluşturur. Ama insan eliyle bu denge bozulduğunda yeniden düzeltebilmek yılları belki de yüzyılları alacaktır. Fakat eni sonu bu bozulma ve tüketmenin dünyanın sonunu getireceği mukadderdir.
İnsan ihtiyacının ötesinde imkanlar ve kaynaklar elde etmeye hırslandığında bunun bir durma noktası yoktur.
Dünya veya kainat kendi kendine bırakıldığında yok oluşa doğru mu gidiyor yoksa biz mi tüketerek yok ediyoruz? Bunun farklı bilim dallarında farklı cevapları olabilir. Ancak insanoğlunun her zaman tğkenişi ve yok oluşu hızlandırdığını düşünüyorum.
Bunun temelinde de hırs ve gözüdoymazlık var.