Ben bir mezarlık mühendisiyim. İnsanların çoğu böyle bir meslek olduğunu bilmiyor. Benden bunu öğrendiklerinde ise ne kadar mühim bir vazifeyi icra ettiğimi tam anlamıyorlar. Hatta inanmazsınız arkasını dönüp gülenleri bile gördüm.
Oysa dostum ben anlatayım da siz takdir edin ne kadar mühim bir iş gördüğümü. Herhangi bir yakınınız öldüğünde gidip belediyeden bir mezar yeri satın alırsınız ya. İşte o ödeme makbuzu ile mezarlıklar müdürlüğüne geldiğinizde görev artık bana devredilmiştir. Satın aldığınız mezar yerini ölçüp belirler ve kazılacak yerlere kazık çaktırırım. İşçiler benim belirlediğim yeri kazıp mezarı hazırlarlar.
İşçiler kazma işini yaparken de başlarından ayrılmam. Bu yüzden de beni sevmezler. Biliyorum ben başlarında olmasam işlerini ciddiye almadan üstünkörü yapacaklar. Mezarın sınırlarına dikkat etmeyecekler. Neden böyle davranıyorlar? Efendim ölüler de kalkıp sınır kavgası edecek değiller ya.
Oysa sorarım size dostum, artık ölmüş olan ve kalkıp da hak iddiasında bulunamayacak bu insanlar adına siz bir yer inşa ediyorsanız herkesin sınırına ve hakkına riayet etmek sorumuluğu siz dirilerde değil midir?
Değil mi ki aynı şartlarda herkes buraya getirilip toprağa konuyor; bu durumda mezarların yerleri ve ölçüleri de aynı olmalıdır. Haa biz yeri belirledikten sonra mezar taşını, toprağın üstünde kalan tarafları aile efradı ister mermer yapar, ister altın yaldızlı, sedef kakmalı yapar. Zaten toprağın üstünde kalan o mezar, lahit ve çiçekler ölüler için değil diriler içindir.
Bakın hayattayken, yerler alabildiğine genişken hiç kimse tarlasının bir metresinin komşuya geçmesini veya komşunun evinin on santim kendi bahçesine geçmesini ister mi? Oysa bu üzerinde kavga edilen sınırlar, tarlalar, evler altmış yıl, seksen yıl bilemedin yüz yıl kullanılıyor. Ama mezar öyle mi, belki yüzyıllarca kullanılacak olan zaten daracık olan bu yerde bizim dikkatsizlikle iki santim eksik yada fazla yapmamız çok şeyi değiştirecektir.
Ben çok önemli bir şey yaptığımın farkındayım. Mezarlar hepsi aynı hizada olacak. Onların etraflarına betonlarını dökerken de bu kadar ihtimam gösteririm. İp çeker, terazi tutar tam ve nizami olmasına dikkat ederim. Mezarların arasındaki yollar o derece düzenli olmalı. Bunların her birinin su yolları, ağaç ve çiçek dikilecek alanları dikkatli ve titiz olarak hazırlanmalı.
Hayatta iken kendi gücü ve kuvveti ile hakkını arayan bu mevtalar güçsüz iken onların vebali bizim üzerimizdedir. Hayatta iken kuvvetli olan üste çıkardı. Burada sesi çıkmadığı için güçlü olan diye birşey yok. Aslında düşünüyorum da gerçek hukuk mezarlıkta ancak ortaya çıkıyor. Bu sebeple kendimi bir hukuk adamı gibi de görüyorum. Herkesin hakkını ben koruyorum.
Arada bir mezarlığın içinde dolaşır, taşı kırılan, betonu bakımsızlıktan veya ağaçların köklerinden etkilenip çatlayan mezarların tamir edilmesi için işçileri çağırırım. Müdür beni çağırıp azarladı. Boş işlerle uğraşıyormuşum efendim.
Ne münasebet? Ecnebi memleketlerin mezarlıklarını görüyorum filmlerde. Vallaha imreniyorum. Bizimki gibi ayrık otları ve toz toprakla kaplı değil. Bakarsın gidip sırtüstü uzanıp yatasın gelir.
Ölümü ve ölüleri pek fazla dikkate almıyoruz. Belki dirileri dikkate alıyor muyuz, yeterince saygı gösteriyor muyuz onu da bilmem tabii.
Hele şu hoca… Gelipte ölüleri gömen sonra iki kolay dua okuyup kaçan hoca çok şey yaptığını düşünüyor. Bu adam kimdi, ne iş yapardı, çevresi nasıldı, neler yaptı, nasıl öldü? Bunların hiçbirini sormaz. Herkeste aynı duaları okuyup, kısa klasik soruyu sorar ve geçer: “Nasıl bilirdiniz merhumu?” Adını bile hatırlamaz da bazen elindeki küçük kağıda bakarak söyler. Sizin anlayacağınız aileye merhumun adını sorma zahmetine katlanmıştır. Oysa güzelce bir teferruatlı bilgi alsa. Merhumun faaliyetlerine ve kişiliğine göre güzel güzel dualar etse fena mı olur.
Adama toptan hakkımızı helal ediyoruz da bilmiyoruz ki hakkımız geçmiş midir, geçmemiş midir?
Geçen sene bir cenaze geldiydi de hoca bildik kısa töreni yapıp gitmişti. Bu arada herkes gibi ben de tüm haklarımı helal etmiştim de sonradan kim olduğunu öğrendiğimde tüylerim diken diken olmuştu. Bu ölen meğersem bir otobüs şöförüymüş. Fotoğrafına baktığımda hatırladım. Yıllar önce biletim yok diye gece yarısı beni otobüse almamıştı da “yürü demişti. Madem bilet taşımıyorsun cezanı çek.” demişti de tam bir buçuk saat yürümüştüm. Ben bu adama hakkımı helal eder miyim? Ama işte böyle toptancı helallik dilenince karambole gidiyorsun. Bak biz bu adamın mezarını küçük yapmak gibi bir çiğ davranışta bulunmadık. Hakkı ne ise onu teslim ettik. Herkes gibi bir yer ayırdık ona da. Ne bir eksik ne bir fazla.
Adamcağızı bir güzel anlatsalar, hayat hikayesini, biyografisini kısaca özetleseler fena mı olurdu?
Bu gidişle mezar mühendislerinin de kıymeti anlaşılmayacak. Oysa ben birgün ölür de buraya tabutun içinde gelirsem – ki illa ki bir gün olacak – bana hakkını helal etmeyen kimse olamaz. Velev ki böyle bir iddiada bulunsun iddiasını ispat edemez. Çünkü bugüne kadar hiç kimsenin mezarının bir santim geniş veya bir santim dar olmasına müsaade etmedim.
Doğarken bile eşit doğmuyor insan ama ölürken herkes eşit ölüyor bence. Ben bunu bilir bunu söylerim.
Previous Post
Öğretmeye Hazır Mıyız? (Ve Öğrenmeye) admin
Recommended Posts
Tabiatta hemen her şey bir mücadele içindedir. Hayatta kalabilenler bu mücadelede kendi ihtiyacı olan imkan ve şartları sağlayanlardır. Bitkiler çevre şartları, diğer bitkilerin etkileri ve hayvanların saldırılarından kurtulabildikleri ölçüde hayatta kalıp gelişir. Hayvanlar da benzer şekildedir. Güvenliğini sağlayan, beslenebilen, iklim şartları karşısında […]
Haber kaynaklarına baktıkça canımız sıkılıyor, dehşete düşüyoruz, tüylerimiz diken diken oluyor. Masum çocukların ölümü günlerce, aylarca meşgul ediyor bizi. Gencecik çocukların cinnet halinde işledikleri cinayetler kabusumuz oluyor. Cinayetler, tecavüzler, savaşlar, insanın insana reva gördüğü nice şenaatler. Ne oluyoruz, neden bu hale geldik […]