Yedi aydır gazete sayfalarını meşgul eden “Münevver Karabulut Cinayeti” katil zanlısı nihayet yakalandı (veya teslim oldu). Katil zanlısını polise teslim eden avukatın sözleri takıldı aklıma: “Unutmayalım ki o bir çocuk”
17 yaşını bitirmeye günler kalmış olan bu delikanlının hayat hikayesine baktığımda ise muhayyilemde birçok mevzu deveran etti. Onsekizine ayak basan bir delikanlı toplum vicdanında ağır yaralar bırakan bir cinayet yüzünden yedi aydır aranıyor. Bu çocuğu yetiştirenler nasıl yetiştirdi de böyle bir noktaya gelindi.
Aslında bu olay bir sembol, bunun gibi yüzlerce olay dolaşıyor çevremizde. Daha birkaç gün önce otobüs durağındaki insanları havalı silah ile yaralayan iki çocuk yakalanmadı mı? Bu çocuklar hangi terbiye(!)den geçerek bu hale geliyorlar?
Gündemden düşmek üzere olan sel felaketinde yağmacılık bir anda gözlerimizi faltaşı gibi açmış da “caniler” demiştik “nasıl bir vicdan bu?”
Mevzumuza dönüp Cem Garipoğlu’nu incelemeye devam edince bir daha gözlerim açılıyor faltaşı gibi. Çocuk yaşta cani sıfatıyla tanışan bir insanın eğitimi, terbiyesi en çok merak ettiğim şey idi.
Gazetelerde yazılıp çizilenlerden gördüklerim beni yanıltmadı. En enteresan olanı babasının bu çocuğun eğitimi ile ilgili görüşleri: “Okulu bitirmesine gerek yok, hayatı kendi başına tanısın, dil öğrensin yeter.”
Varlığına, zenginliğine güvenen bu baba oğlunun 6 dil öğrenmesinin hayata atılması için yeterli olduğunu düşünüyor. Bu sözleri sarfeden baba da bu arada hapiste tabii ki.
“Münevver Karabulut Cinayeti” eğitim, terbiye ve ahlak konularında birçok dersi içinde barındırıyor.
Olayın hemen ardından yaptığı açıklamaların birinde polis şefi “Kızınıza sahip çıksaydınız” diyerek ahlak dersi verdi. Vicdanları sızlatan bu yersiz uyarı, yersiz olmasına yersizdi. Katili haklı göstermez veya suçunu hafifletmezdi. Ama başka bir yaraya da parmak basıyordu. Modern hayatın vazgeçilmezi haline gelen flört filmlerin, dizilerin yardım ve desteği ile lise seviyesinden, ilköğretime hatta anaokulu ve kreşlere kadar indirildi. Özellikle bu küçük çocuklara sözümona “AŞK” rolleri oynatılması karşısında sadece tebessüm ediyoruz. Polis şeflerimiz “kızlarınıza sahip çıkın” dediğinde görgüsüz, kaba, geri kalmış muamelesi yapmak zorundayız.
Baba Süreyya Karabulut’a “helallik” olarak para istedi veya teklif edildi ve hesabına 3 milyon avro para çıkartıldığı söylendi. Toplum buradan başka bir ahlak dersi çıkartmaya çalıştı.
Garipoğlu’nun babası çocuğunun terbiyesinin sadece “6 dil öğrenmesi” olduğunu zannetti ve küçük yaşta ülke ülke gezdirdi. Toplum “sevgi eksikliği” dedi ve bir eğitim dersi çıkardı.
Kendi adıma gözlemim şudur ki:
Toplumda şiddet giderek artıyor. Gelişmişlikle suç oranları arasındaki istatistikler haklı çıkıyor ve gelişiyoruz. Keşke geri kalsaydık diyesi geliyor insanın.
Eğitim anlayışı sadece çocuklara birşeyler “öğretmek” olarak anlaşılıyor ve terbiye (karakter eğitimi) ihmal ediliyor. Ahlak, “din kültürü ahlak bilgisi dersi”nde verilmez. Ahlak topyekün toplumun verdiği birşeydir. Hele modern hayatta en büyük mürebbiye (terbiyeci) medya, televizyon, internet ve sokaklarda birlikte yürüdüğümüz, davranışlarımıza göz yuman veya bize örnek olan toplumun bizzat kendisidir.
Kaldırımlarda, otobüste, metroda liseli kız erkek grupların en olmadık davranışlarını gördüğünüzde hanginiz uyarma cesareti gösterebiliyorsunuz? Kalabalık ortamlarda dudak dudağa öpüşmek modern yaşam tarzında normal bir şey. Hele amerikan filmelerinde böyle bir sahne ile karşılınca ıslık çalınıp alkış tutulur. Kalabalık ortamlarda genç kız ve erkekler kucaklaşıp birbirlerini mıncıkladıklarında herkes seyrediyor. Çünkü modernleştik. Yazıyı bir vaaz havasına sokmadan devam edelim.
Şiddet, çocuklardan uzak tutulması gereken bir unsur iken çocukların gözü önünde cereyan ediyor. Filmler, diziler, aksiyon programları şiddeti körüklüyor ve önlem almak isteyen herkes “özgürlük” handikapına kapılıp susmak zorunda kalıyor.
Henüz aydınlatılmamış olan “Karabulut Cinayeti” ile ilgili olarak medyada kaç tane senaryo tüm detayları ile çizildi, ilüstrasyonlarla gösterildi veya canlandırıldı?
Reyting endişesi ile yayın yapan medya, cinayetleri ve şiddet olaylarına en ayrıntılı bir şekilde tarif etmekten, göstermekten, fotoğraflamaktan geri durmuyor.
Sansür olmasını istemiyoruz, açık olsun, serbest olsun ama yazarlar, senaristler hangi konuları nasıl işleyeceklerine karar verirken toplumu eğitme görev ve sorumlulukları olduğunu unutmasınlar.
Bir yazar, bir senarist, bir yayın yönetmeni veya bir köşe yazarı gelecek nesillerin eğitimine az yada çok katkısı olduğunu unutmamalıdır.