İhsan Oktay Anar’ın “AMAT” adlı romanını okumaya başlarken bu kadar hayran kalacağımı düşünmüyordum. Eleştirmen değilim, burada sadece bir kitabı okuduktan sonra oluşan kanaatlerimi ve duygularımı yazmak istiyorum.
Kitaba başlarken doğrusunu söylemek gerekirse sıkıcı bir tarihi roman okuyacağımı düşünüyordum. Ancak bir felsefe akademisyeni olan Anar’ın yazdığı romanı akademik kimliği ile bağdaştırmam için kitabı yargılamam gerekti. İlk şaşkınlığım buydu.
Kitabın büyük bir kısmını okuduğu halde hala “hikaye nedir, neler oluyor?” sorusunu soruyordum kendi kendime. Birbirinden kopuk kişilik tasvirleri yapılıyor ve çok sıradan bir deniz seferi anlatılıyordu. Düğüm oluşması ve hikayenin parçalarının birbirini tamamlaması yaklaşık aynı sayfalara denk geldi. O noktadan çok kısa süre sonra ise dedim ki:
“Evet ben hikayenin başını da sonunu da kavradım. Bu bir masal ve esrarengiz ve akla uymayan bir şekilde son bulacak.” Aynen öyle oldu ama kitabın sonunda herşey AMAT adlı kalyon gibi bir anda sis bulutundan çıktı ama hikaye de, benim kanaatlerim de bir balon gibi bir anda sönüp bitti.
Denizcilik kelimelerini ve osmanlıca kavramları kullanmadaki ustalığı takdire değer.
Gerçekten kendi içinde bazı çelişkiler var ama toplamda baktığımızda bunlar gözden kaçanlar sınıfında değerlendirilebilir.
Ama eserin satır aralarında işlediği GERÇEK ve DÜŞ kavramları ile vurguladığı konular kitabı okunası kılıyor. Böylece bunları da maceraya zarar vermeden yapıyor. Heyecanı farklı bir noktadan oluşturup kitabın başından sonuna kadar “neler oluyor?” veya “ne olacak?” soruları ile bir solukta okunacak hale getiriyor.
Ben bu kitabı iki gecede okudum..
Fikir ve heyecan isteyenlere tavsiye ederim.