ÖZÜN ÖZÜ: Hırsız, çalmaya bir bahanesi veya hakkı olduğunu düşünmezse hırsızlık yap(a)maz.

ÖZET: Hırsız bir bahanesi olduğuna inanır. Zenginlerin hep haksız yere zengin olduğuna inanır. İhtiyacını gidermek için çaldığına inanır. Kaderin onu buraya sürüklediğine, başka yolu olmadığına inanır. Yakalanmadığı sürece refah içinde yaşayacağına inanır. Bir gün büyük voleyi vuracağına inanır.

***

Hırsızlık önemli, yaygın ve can sıkıcı bir suçtur. Modern kanunların çoğu hırsızlığı da içine alan bazı suçlara “adi suçlar” ismini verirler. Çok farklı şekillerde ortaya çıksa da hırsızlık hayatın bir gerçeğidir ve hırsızlığa karşı herkes kendince bazı önlemleri her gün alır.

İnsan bile bile suç işler mi?

Yargılanacağını bildiği bir suçu işler mi?

Ceza alacağını bildiği bir suçu işler mi?

Yüzünün kızaracağını, toplumdan dışlanacağını bile bile suç işler mi?

İnsanları hırsızlığa iten nedenlerin başında kolay kazanma hırsı vardır. Ama bu da kişinin kendi vicdanını ikna edecek bir gerekçe olamaz. Yaptığı işin doğruluğuna inanmayan birisi mutlaka kendi içinde çelişkili diyaloglar yaşar ve mutlaka vicdanı kendisini rahatsız eder. Bu sebeple hırsızın iç dünyasında sığındığı ya bir bahanesi veya kendini hak sahibi gördüğü bir gerekçesi vardır.

Her şekil ve seviyede hırsızlık ve gasp suçu işleyen insanın en çok vicdanını rahatlattığı gerekçe “buna mecburdum” diyerek savunabileceği bir kalıpla şekillenir.

Aç kalmıştım buna mecburdum.

Çocuğuma ameliyat parası denkleştirecektim, başka çarem kalmadı.

Kumarda kaybettim, başka türlü toparlanamazdım.

Uzun zamandır işsizim başka çarem yoktu.

….

Bu tür gerekçelerin içinde en masum görüneni hastalık tedavisi ile ilgili ihtiyaçlardır ki bu konuda ahlakî ikilemler de söz konusudur.

Hırsızın çaldığı malın sahibini hiç dikkate almadığı bu bahanelerde durum ile ilk yüzleşmede anlamsız hale gelir. Hastasını tedavi etmek için çalan birisi çaldığı malın veya paranın başka bir çocuğun tedavisini engellediğini öğrense muhtemelen kahrolacaktır. Ama hırsızlar hiçbir zaman kahrolmuyorlar, moralleri bile bozulmuyor. Çünkü sığındıkları başka bir bahaneleri var; dünya adil bir dünya değil.

Hırsızlık yapan fakir ve çaldığı kişi zengin ise bu kalıp da kendi içinde çok tutarlı görünür. Sözüm ona zengin başkalarının emeğini çaldı, haksızlıkla para topladı yalanına kendini inandıran hırsız artık vicdanı kendisini gıdıklamadan her türlü şeyi çalmayı hak olarak görür. Kaldı ki yıllarca hırsızlığı kendine meslek edinen birisi banka hesabını doldursa bile her zaman kendini fakirlerin safında görür, çalmaya devam ettiği kişileri haksız yere mal toplayan zalimler olarak görmeye devam eder.

Çarpık düşünceler bir kere zihni esir aldı mı o zihni selamete erdirmek zordur.

Muhtemelen insanlık tarihi boyunca hırsızlık yüz kızartıcı ve adi bir suç idi ve bugün de öyle olmaya devam etmektedir. Buna rağmen hala neden hırsızlık yapanlar var. En azından toplum tarafından dışlanacağı, aşağılanacağını bile bile neden çalar.

Bu mahcubiyet psikolojisi dolayısıyla küçük yerlerde; herkesin birbirini tanıdığı köy ve kasabalarda hırsızlık az olur. Kalabalık şehirlerde hırsızlık olayları artar. Çünkü hırsız kalabalık içinde kaybolmayı ümit eder. Bir mahallede tanınıp dışlansa bile başka bir mahallede çalmaya devam eder.

Hırsızlık kimi insanlarda psikolojik bir rahatsızlıktır.

Dolandırıcılık da bir hırsızlıktır.

Dolandırıcıların farkı gizlice değil muhatabını ikna ederek çalmalarıdır. Çoğu zaman arada imza atılan sözleşmeler bile vardır. Bu sebeple yargılanmaları ve ceza almaları da bazen mümkün olmaz.

Konu ticarete, haksız kazanca, haksız rekabete geldiğinde iş iyice bulanıklaşır. Aslında başkalarının hakkına geçen ve bir bakış açısıyla hırsızlık yapan kimseler kendilerinin herhangi bir hırsızlık yaptıklarına ihtimal bile vermezler. Fahiş karlar yaparak ticaret yapmak, insanları ikna ederek “yatırım” adıyla para toplamak, saadet zincirleri, nüfuz kullanarak ihaleler almak, ayıplı malı birilerine satmak nereden bakarsanız bakın bir ucundan hırsızlık kokan çeşit çeşit uygulamalar değil midir?

Başkasının hakkına geçen, başkasının hakkını engelleyen veya başkasına ait hakları kendisi kullanan kişi de gasp etmiş olur. Gasp da bir nevi hırsızlıktır.

Hırsızlık her durumda ciddi bir haksızlıktır. Ahlakî bir problem olması dolayısıyla polisiye tedbirlerden önce insanların vicdanında çözülmesi gerekir. İnanç ve ahirette bir hesap olacağını bilmek hırsızlığı engelleyebilir. Bu inanç zayıfladıkça kimsenin görmediğini, yakalanmayacağını düşünen hırsız çalmaya devam eder.

Bu konuda inancın zayıflamasına biraz da toplumda yerleşen günah algısı ve “çarpılma” ile ifade edilen uyarıcı dil sebep olmaktadır. Hırsızlık yapan kişi çarpılmadığını gördükçe ve yakalanmadıkça cezalandırılacağına olan inancı zayıflar ve suç işlemeye devam eder.

Ama her zaman hırsızın elinin altında bahaneleri hazır durmaktadır. Ya ihtiyaçlarını ortaya koyarak mecbur olduğunu savunacaktır veya mal biriktiren kişinin haksız yere biriktirdiğini aslında onun da hırsız olduğunu dile getirecektir. Eğer devletten çalıyorsa biraz daha rahat davranır. Benim de hakkım var diye düşünür. Maalesef hiç dilimizden düşmeyen “tüyü bitmemiş yetim hakkı”nı kimse umursamaz.

Hırsızlık suçlarının artmasının bir diğer sebebi de cezaların caydırıcı olmamasıdır. Hırsızlar çoğu zaman hapis cezalarını göze alırlar. Bu onlar için bir yol olmaya başlar. En fazla ne kadar ceza alacağını bilir ve yakalansa bile bu cezayı göze alır. Bir kere ceza aldıktan sonra da “madem ceza aldım, bari elde ettiğime değsin diyerek” güya kayını telafi etmek için daha çok çalmaya devam eder.

Hırsızlık cezası toplumda hırsızı her ortamda belli edecek bir şekilde işaretleme şeklinde yapılabilirse muhtemelen hırsızlık olaylarını büyük ölçüde çözer.

Bugünkü gelişen teknoloji ile buna bir çözüm bulunursa hem hukuken hem ahlaken devrim olur diye düşünüyorum.

İki türlü çözüm olur:

  • Hırsızlık damgası olan kişiye karşı herkes önlemini alır ve uyanık davranır.
  • Kişi mahcubiyet durumuna düşmemek ve toplumdan dışlanmamak için hırsızlıktan çekinir.

22 Ekim 2021 Cuma

Leave A Comment

Recommended Posts

GÜNCEL Yazılar

gümrah…

Gümrah büyürse çiçekler o zaman gülümseriz. İlginç bir kelime olarak dikkatimi çekmiştir hep: “gümrah”. Farsça bir kelime olan gümrah Türkçe’de de kullanılmaktadır. Ancak Farsça’da “yolunu kaybetmiş, yoldan çıkmış veya yanlış yönlendirilmiş” anlamlarında kullanılırken Türkçe’de “gür, bol, sık, çok” anlamında ifade edilir. Tabii […]

Hatırat Yazılar

Afganistanda Tarih

Afganistan’ın tarihi aslında oldukça eski. İnsan yerleşiminin 50.000 yıl önce olduğuna dair tahminler bulunmaktadır. Bugünkü devletin sınırlarını ve temelini oluşturan devlet İngilizlerle yapılan I., II. ve III. İngiliz-Afgan Savaşlarından sonra 1919 yılında Emanullah Han tarafından kurulmuştur. Modern Afganistan’ın kurucusu olarak Emanullah Han’ın […]