Kimilerinin “Anadolu Kaplanları” diye ayrı bir kategori oluşturduğu ülkemizde müslüman olan, dindar olan insanlar da ticaret yapıyorlar ve işadamı vasfı ile çalışıyorlar. Bunlar içerisinde İslam’ı bir hayat tarzı olarak benimseyen, gençliğinde radikal savunma pozisyonunda olan islamcı insanlar da var.
Türkiye’de ekonominin genel bir problemi olan kayıtdışılık konusunda bu kişilerin davranışları incelemeye değer. Hepsi böyledir diye bir genelleme yaparak kimseye haksızlık yapmak istemem. Ancak aşağıdaki tanımlamaları bazı işadamlarını gözlemleyerek, kimi ile konuşarak elde ettim.
Bilindiği gibi İslam dini adalete (hukuka) çok büyük önem verir. İnsanların haksızlık (zulüm) yapmamaları için özel emirleri vardır. İslamın bir hayat tarzı olduğu gibi, bir hukuk sistemi ve bir ticaret hukuku da vardır. Müslüman işadamlarının bu hukuk uralarına da uymak ve aynı zamanda cari hukuk sistemine uymak çabasında olması beklenir. Bu da mecut ekonomik yapı şçerisinde çok zordur.
Yukarıda sözünü ettiğim bazı kimseler mevcut şartları kendi çıkarlarına göre kullanırken bazı çıkmazlara da girmektedirler.
Türkiye Cumhuriyetinin mevcut hukuk sistemi bile, hukuki olmayan sözleşmelerin batıl olduğunu söylerken, bu beyler karşılıklı rıza ile sözleşme imzalandıysa herşeyin mübah olduğu düşüncesindedirler. Örneğin, köylerden süt toplayıp fabrikaya satan bir komisyoncu ile bütün sütlerini almak üzere bir sözleşme imzalarlar ve tek taraflı fesih şartı koyarlar. Komsiyoncu kurumun gücü karşısında karlı gördüğü bu sözleşmeyi imzalarken tek taraflı fesih şartına itiraz eder ama itirazı kabul görmeyince çaresiz imzalar. Sadece tek bir fabrikaya bağlı olan bu komisyoncu taahhütlerde bulunur, iş avansları verir; ama umulmadık bir zamanda sözleşme feshedilir. Neden; sözleşmede zaten yazmaktadır.
Örneğin franchising sistemi ile marka kulandırılması üzerine iş kuran bir diğeri bütün masrafları karşı tarafa yükleyecek bir sözleşme imzalar ve bunun adil olduğunu savunabilir. Ama kendisi hep kar etmektedir. Oysa ticaretin özü riskti, kar ve zarar ortaklığı idi. (!)
Bu beyler, kapitalizmin en acımasız halini (kanunların bütün açıklarından faydalanarak) uygularlar çünkü çok para kazanmaları gerekmektedir, güçlü olmaları gerekmektedir. Kazandıklarını hayır yerlerine verirken de olabildiğince şov yapmak suretiyle ne kadar hayırsever olduklarını göstermeye çalışırlar.
Zekat verirler, sadaka verirler; insanların gelip onlara el açması, muhtaç olması gururlarını okşamakta “çok şükür yarabbi” diyebilmektedirler.
Bu beyler yanlarında çalışanlara düşük maaşlar verip ihtiyaçları ortaya çıktıkça ceplerinden çıkartıp tomar tomar para vermeyi pek severler. Ücretler piyasa şartlarına göre ayarlanmıştır. Bu sebeple herhangi bir haksızlık yoktur. Başka nerede bu ücreti alabilirler ki? İşlerini kaybetmeyi göze alamayan çalışanlar da “patron çok iyiliksever” deyip dua etmekten, yeri geldiğinde patronla iyi geçinmekten başka bir şey yapamazlar. Borç isteyene borç vermekten büyük zevk alırlar. Aynen tefeciler gibi, ama faiz haram olduğu için buna da bir formül bulmaları gerekmektedir. Kur artış ihtimali en yüksek olan dövizi borç verirler. Böylece paralarının değeri kaybolmayacaktır.
Bu düzeni devam ettirebilmek için çok paraya ihtiyaçları vardır bu beylerin. Hem ihtiyaç sahiplerine ve hayırlara para vermektedirler. O zaman devlete ayrıca vergi vermenin ne anlamı var. Vergi kaçırmanın da kendilerince makul sebepleri vardır. Vergiler çok yüksektir, vergi kaçıran sadece kendileri değildir. Vergi kaçıran diğer rakipler karşısında rekabet şansları azalmaktadır.
Hem dürüst görünüp hem vergi kaçırmak, hem iyiliksever olup hem çıkarcı olmak, “stratejik yönetim” kavramını ayak oyunları ile insanları tongaya düşürmek olarak anlayan ve güç ellerine geçtiğinde en acımasız ölçülerle davranan, “liberal ekonomi” derken ağızlarının suyu akan bu beyleri her fırsatta ekran başında eleştirdikleri yahudilerden ve Amerikalılardan pek bir farkları yoktur.
Adaleti her zaman en temel prensip olarak görmüş olan bir medeniyetin varisleri olarak bu ülkede yukarıda birkaç kare göstermeye çalıştığım manzaraların çokluğu acı veriyor.
Kendisi kadar komşusunu düşünen esnaf ahlakına, hukuk karşısında makam mevki farkı gözetmeyen kabulleniş ve teslimiyet ruhuna, emeğe ve hizmete saygı anlayışına şimdi her zamankinden daha çok muhtacız. Gelişmemiz bilim ve teknoloji ile olacaksa şimdi bunu önündeki engeller en az seviyededir. Sadece prensipli davranmaya, birbirimizi sahiplenmeye, ama sahiplenirken kayırmadan, ayırmadan sahiplenmeye ihtiycımız var.
Previous Post
İş Hayatında Sorun Çözmek Next Post
Nelepeciler Tam Olarak Ne Yapıyorlar? admin
Recommended Posts
Tabiatta hemen her şey bir mücadele içindedir. Hayatta kalabilenler bu mücadelede kendi ihtiyacı olan imkan ve şartları sağlayanlardır. Bitkiler çevre şartları, diğer bitkilerin etkileri ve hayvanların saldırılarından kurtulabildikleri ölçüde hayatta kalıp gelişir. Hayvanlar da benzer şekildedir. Güvenliğini sağlayan, beslenebilen, iklim şartları karşısında […]
Haber kaynaklarına baktıkça canımız sıkılıyor, dehşete düşüyoruz, tüylerimiz diken diken oluyor. Masum çocukların ölümü günlerce, aylarca meşgul ediyor bizi. Gencecik çocukların cinnet halinde işledikleri cinayetler kabusumuz oluyor. Cinayetler, tecavüzler, savaşlar, insanın insana reva gördüğü nice şenaatler. Ne oluyoruz, neden bu hale geldik […]