Mısır’a gitmek zor diyor Hüseyin. Beni yeniden gördüğüne sevinse mi, başına böyle bir badire açtığım için üzülse mi bilmiyor.

“Ben seni burada gezdireyim, ama Mısır’ı boşver” diyor. Ben ısrar edince “bakalım” diyerek beni oyalayacak aklı sıra. Ama ben hemen harekete geçmek isteyince yeniden gözleri faltaşı gibi açılıyor.

“Sen gerçekten ciddisin.”

“Evet ciddiyim ve çok fazla vaktimiz yok. Bir an önce gitmemiz lazım.”

Israr edince ve şaka yapmadığım anlaşılınca Hüseyin atladı bir “rikşa”ya ortalıktan kayboldu. Hartum sıcağında Nil kenarında brikaç meyve suyunu bitirmiştim ki Hüseyin elinde bir çanta ile döndü.

Benim için bir pasaport ve bir arap kıyafeti bulup gelmiş. Yanımıza şüphe uyandıracak hiç bir şey almayacağız. Ben arap entarisini de giyince Mısırlı herhangi bir köylüden farkım kalmıyor. Bir haftadır uzayan sakalımla herhalde hiç dikkat çekmeyeceğim.

Wadi Halfa’ya trenle gidip oradan feribotla Aswan’a geçeceğiz. Aswan’dan sonrası yine trenle uzun bir yolculuk olacak.

Esas merak ettiğim Kahire. Yolda farklı bir şeyle karşılaşacağımı pek beklemiyorum. Bu yüzden vurup kafayı yatmak niyetindeyim. Wadi Halfa’ya gidinceye kadar Hüseyinle hasbihal ediyoruz. Sudan’ı konuşuyoruz, arap baharı döneminde olup bitenleri, Güney Sudan’ın ayrılmasını. Sudan halkına karşı önyargılı düşüncelerini ve kötümser tavrını ortaya koyuyor Hüseyin.

Aswan Kahire arası tren yolculuğuna yorucu demek yetersiz kalır. Duraklarda bitmek bilmeyen bekleyişleri mi dersiniz, terden sırıl sıklam ve kokan bedenlerimizi mi dersiniz, inen binen yolcuların gürültülü halleri, çuval çuval yüklerini mi? Her biri ayrı bir işkence gibi geliyor bana. Bir an önce bitse Kahire’ye varsak da neyle karşılaşacaksak razıyım. Çok konuşmuyorum ki çevremizdeki insanlar arapça şivemi farketmesinle diye. Ne olur ne olmaz, Sudan’da da sivil polis çok diye dikkatli olmak zorundaydık fakat burada durum tamemen farklı. Askeri darbe yapılmış ve biz sahte pasaportla seyahat ediyoruz. Şüphe çekersek günlerce uğraştırırlar bizi bundan eminim.

Nitekim yol boyu defalarca kontrollerden geçtik.

Luxor’da sadece pasaport kontrolü yetmedi bizi indirip istasyonda epeyce beklettiler. Bu arada Luxor’da turist namına kimse olmayınca in cin top oynuyor denilebilir. Yarım saate yakın geçen o bekleyişte ecel terleri döküyorum. Allahtan Hüseyin’in bana bulduğu pasaport sahte değil de başkasına ait bir pasaport. Hartum’da ikamet eden bir tüccar arkadaşının pasaportu.

Neyse ki görevli gelip pasaportlarımızı bize uzattığında derin bir nefes aldım. Fotoğrafı dikkatli incelese belki bana benzetemeyecek, onun dışında bir hata yok, her şey usullere uygun.

Kahire’ye vardığımızda sabah ezanları okunuyor. Bana mı öyle geldi yoksa müezzinler daha bir yanık sesle mi okuyor ezanları. Sabah namazı için gittiğimiz Al-Fetih Mescid’inde küçük bir cemaatle namazları eda ettikten sonra mescitte biraz Kur’an-ı Kerim okuyarak vaktin geçmesini bekliyoruz. Pratik hareket edebilmek için yanımıza sadece bir sırt çantası almıştık. Bu çantanın içinde sadece lüzumlu eşyalarımız var. Geri kalanını Hüseyin Sudan’da bıraktı. Düşündüğüm rotada eğer beni ikna edip geri götüremezse Port Fuad’dan bir yük gemisi ile Lübnan’a geçeceğim. Oradan da Suriye üzerinden kara yoluyla Türkiye’ye.

Metro ile Nil’in ortasında bulunan büyük bir ada üzerindeki Hürriyet Parkı’na gidiyoruz. Metro durağından çıktığımızda tam karşımızda Opera binası yükseliyor. Operanın önünden geçen cadde Tahrir caddesi. Bu cadde köprü ile Nil üzerinden geçerek Tahrir meydanına gidiyor. Ortalıkta büyük bir sessizlik hakim. Hürriyet parkının yeşillikleri arasında bir süre yürüdük ve sohbet ettik. maksadımız biraz vaktin geçmesini sağlamak ve kahvaltı için bir kafeteryaya gitmek. Bu kadar erken bir vakitte ortalık kalabalıklaşmadan dikkat çekmek istemiyoruz.

Hüseyin Kahire’ye sık sık gelip gittiği için tanıdıkları çok. Dükkanlar açılmaya başlayınca birkaç ziyaret gerçekleştirecek ve bilgi toplayacağız. En çok merak ettiğim şey Adeviyye Meydanı. Acaba oraya gidebilecek miyiz?

Konuştuğumuz herkes uzak durmamızı telkin ediyor. Her yerde hayat normal gibi görünüyor ancak tehlikeli ve sinsi bir şeyler olduğu da seziliyor.

Anlatılanlar doğruysa “cadı avı” diyeceğimiz şekilde darbe karşıtları bir bir tutuklanıyor. İnsanlar bir ifitraya uğramak, hapse girmek korkusuyla sinmiş durumdalar.

Aklı başında herkes Mısır’ın 1952 yılına geri döndüğünü seziyor ve haklı olarak korkuyor.

Yakın dönemde demokratik bir seçim olacağına, adil bir yönetimin başia geleceğine dair ümitleri neredeyse yok olmuş gibi. Özellikle Ağustos ortasındaki kanlı müdahalede yaşananlardan sonra herkes köşesine çekilmiş ve sinmiş görnüyor.

Bu duruma gelmiş olmaktan dolayı birbirlerini suçlayanlar, Müslüman kardeşleri suçlayanlar da az değil.

Anlayacağınız Mısır’da durum hiç iç açıcı değil.

Akşam olduğunda konuştuğumuz insanlardan bize de korku bulaştı. Biz de bir an önce buradan uzaklaşmak niyetindeyiz, bir kazaya kurban gitmemek için yola devam etmeliyiz diyor Hüseyin.

Şimdi Port Fuad’a doğru yeşillikler içinde yol alırken böyle kaçarcasına gitmekten dolayı kendimi suçlu gibi hissetsem de içimde buruk duygular var. Dua ediyorum sadece.

Keşke yapabilseydim de meydanlara çıkıp “Nolur ümidinizi kesmeyin” diye bağırabilseydim.

Recommended Posts

Genel GÜNCEL

Tükeniyor mu, tüketiyor muyuz?

Tabiatta hemen her şey bir mücadele içindedir. Hayatta kalabilenler bu mücadelede kendi ihtiyacı olan imkan ve şartları sağlayanlardır. Bitkiler çevre şartları, diğer bitkilerin etkileri ve hayvanların saldırılarından kurtulabildikleri ölçüde hayatta kalıp gelişir. Hayvanlar da benzer şekildedir. Güvenliğini sağlayan, beslenebilen, iklim şartları karşısında […]

sosyal buhran
Genel

Sosyal Buhran (mı?)

Haber kaynaklarına baktıkça canımız sıkılıyor, dehşete düşüyoruz, tüylerimiz diken diken oluyor. Masum çocukların ölümü günlerce, aylarca meşgul ediyor bizi. Gencecik çocukların cinnet halinde işledikleri cinayetler kabusumuz oluyor. Cinayetler, tecavüzler, savaşlar, insanın insana reva gördüğü nice şenaatler. Ne oluyoruz, neden bu hale geldik […]