Bilindiği gibi, çocuklar dünyaya gelirlerken “boş ve güçsüz” olarak aramıza katılıyorlar. Çocuğun bu boş beyni iki şekilde dolduruluyor.
Birincisi: Fıtratta mevcut olan duygularla.
İkincisi: Anne–babanın ve çevrenin katkılarıyla.
Çocuğun ruh dünyasında mevcut kabiliyetler, doğduğu andan itibaren çevrenin etkisi altındadır. Dini inancın faaliyete geçirilmesi ve sevdirilmesi bulunduğu çevrenin, özellikle de anne ve babanın katkılarıyla oluşuyor. Çocuk, dini aklıyla kavramaya çalışırken, duygularıyla da yaşamaya çalışır. Bu duyguların içerisinde en etkili ve kalıcı olanı da “sevgi duygusu”dur. Çevreden ve aileden alınan bilgiler, sevdirerek ve özendirerek verildiği takdirde kalıcı ve uzun ömürlü olurlar. Baskıyla ve dayatmayla verildiği zaman da maalesef kısa ömürlü olurlar. Anne ve babaların büyük bir çoğunluğu “sevgi ve özendirme” yönünü önemsemediklerinden zaman zaman “olumsuz sonuçlarla” karşılaşabiliyorlar. Çocuklarımızın fiziksel ihtiyaçları için gösterdiğimiz hassasiyetin yarısını dahi eğitimleri için göstermiyoruz veya gösteremiyoruz.
Çocukların küçük yaşlardan itibaren dine karşı büyük bir “ilgi ve istek” duydukları, yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Burada önemli olan, çocuğun ruh dünyasına göre hareket edip onun gibi düşünebilmek ve onun seviyesine inebilmektir. Kısaca, “çocukla çocuklaşabilme” olgunluğunu gösterebilmektir. Çocuklarımıza vereceğimiz bilgileri oyunlaştırarak verdiğimiz takdirde, onun ilgi alanına girmiş oluruz. Anlatıma dayalı bilgiler yerine “model olma” yolu tercih edilmeli. Çocuğun bulunduğu ortamlarda, dini çağrıştıran olaylar ve nesneler çocuğun önüne konmalı. Namaz vakitlerinde abdestin alınma şeklini büyüklerinden görmeli. Namaz kılmak için gerekli olan seccadeleri, tespihleri, takkeleri göz önünde bulundurmalı. Hatta tespihlerle oyun oynaması sağlanmalı. Çocuğa ilk planda şöyle abdest alınır, böyle namaz kılınır dememeli. Çocukta “taklit kabiliyeti” çok kuvvetli olduğundan büyüklerin yaptıklarını zaten yapacaktır. Kendi kendine yaptıklarını bir zaman sonra bize sorup öğrenmek isteyecektir. Bizim bilgilendirme sürecimiz, bu andan itibaren başlıyor. Çocuk sormadan biz anlatmaya kalkarsak yeterince etkili olamayız. Dini çağrıştıran nesneleri ve olayları ona gösterirsek çocuğun dikkatini çekmiş oluruz. Daha doğrusu, çocuğun yapmasını istediğimiz şeyler hakkında, çocuğumuzu soru sorduracak duruma getirmeliyiz…
Çocuğumuza dini sevdirip saydırmanın en etkili yollarında biri de, İslam dininin parolası olan “ezan”dır. Günde beş vakit dinlediğimiz “ezanı” duyduğumuzda, hemen toparlandığımızı çocuğumuz görmeli. Konuşuyorsak susmalıyız. Televizyonda eğlence programı seyrediyorsak kapatmalıyız. Radyo dinliyorsak sesini kısmalıyız. Ezan sesini ilk duyduğumuzda, “Aziz Allah Celle Celalühü” lafzını çocuğun duyacağı şekilde söylemeliyiz… Hülasa, ezana duyulan saygı ve sevgi çocuğa hissettirilmeli. Ezanla, namazla ve diğer dini kavramlarla çocuğun dikkatini çekmeli. Bizim bu fiili davranışımız, mutlaka çocuğun ilgi alanına girecektir. Bizler çocuğa bir şey demeden, ezanla, namazla ve diğer dini konularla ilgili sorular soracaktır. İşte, bu noktada çocuğumuzu bilgilendirme görevimiz başlamış oluyor. Bu hassas konu zaman birimi içerisinde, Allah’ı, Peygamberi, Kur’an-ı, ezanı, namazı ve diğer dini değerleri sevdirmenin en uygun zamanıdır. Burada dikkat edilecek husus; çocuğumuzun seviyesine inerek bir oyun havası içerisinde onunla “bütünleşebilmemiz ve çocuklaşabilmemiz” büyük önem taşıyor.
Mustafa K. Topaloğlu